İblis ile Hz. Âdem a.s. Arasında | Beş Karşılaştırma

İblis Beş Şeyden Dolayı Bedbaht Olmuştur:

    İşlediğini günahı inkar etmediğinden,
    Nedâmet (peşimanlık) duymadığından,
    Nefsin ikınayıp rüsvây etmediğinden (ayıplamadığından),
    Tevbe etmeğe azmetmediğinden,
    Allah’ın rahmetinden ümidini kesip, ümidsiz olduğundan.

Hz. Âdem Aleyhisselâm İse Şu Beş Şeyden Dolayı Mes’ud Olmuştur:

  • Günahını ikrar ve i’tiraf ettiğinden,
  • İşlediği günah üzerine nedâmet duyduğundan,
  • Nefsini kınayıp rüsvây ettiğinden,
  • Tevbe etmede acele ettiğinden
  • Allah’ın rahmetinden ümidini kesmediği den, ümidsiz olmadığından. (28)

(28) > Münebbihât Shf:69

Featured post

Kalpleri Öldüren Sekiz Şey | İbrahim b. Ethem

Bir grup İbrahim b. Ethem’e, “Dua edin icabet edeyim.” ayeti varken dualarına niçin icabet edilmediğini sordu. O da: “Çünkü kalpleriniz ölüdür.” dedi. Onlar kalpleri öldüren şeyin ne olduğunu sordular. İbrahim b. Ethem de bunun sekiz sebebi olduğunu söyleyerek saymaya başladı:

Allah’ı bildiniz fakat hakkını yerine getirmediniz.
Kur’an okudunuz fakat sınırlarına uymadınız.
Allah ve resûlunu sevdiğinizi iddia ettiniz fakat sünnetiyle amel etmediniz.
Ölümden korktuğunuzu iddia ettiniz fakat ona hazırlık yapmadınız.
Allah, şeytanın sizin düşmanınız olduğunu söyledi fakat siz isyan fiillerinde ondan yardım aldınız.

Ateşten korktuğunuzu iddia ettiniz fakat bedenlerinizi onun içine attınız.
Cenneti istediğinizi söylediniz fakat onun için amel etmediniz.
Yataklarınızdan kalktığınızda kendi ayıplarınızı arkanıza atıp insanların ayıplarını göz önüne serersiniz.
Rabbinizi aldatmaya kalktınız, O da size niye cevap versin.

MEVLÂNA’NIN ÖLÜMÜ

Ömrünü aşk, muhabbet, vecd ve ibadetlerle geçiren âşıklar sultanı, ârifler serdarı Mevlâna Celâleddîn, artık son günlerine yaklaşmıştı. Yaşı ( 68 veya 66) idi. Bir gün medresenin salonunda gezinirken ansızın hastalandı. Onun bu hastalığı kırk gün kadar devam etti. Etrafında bir çok hekimler tedavisi için ne kadar uğraşıyorlarsa da, müsbet bir netice almak mümkün olmuyordu.

Son günü idi, başında, hizmetle meşguliyetten, gece uykularını tam uyuyamamaktan vücudunun yığrandığını gördüğü sevgili oğlu Sultan Veled’e:

<<Oğlum Bahaeddin, ben bugün kendimi biraz iyi biliyorum. Haydi git biraz istihbarat et>> dedi.

Sultan Veled, gözü ve gönlü yaşlı olduğu halde pek muhterem babasının odasını terkederken, Cenâb-ı Mevlâna arkasından çok zaif bir sesle şunları söylüyordu:

— <<Sen git yastığına başını koy, beni, geceleri rahatsız olan bu biçareyi yalnız başına bırak. Biz geceleri sabahlara kadar inleyen, çırpınan sevda dalgalarıyız… >>

Hazret-i Mevlâna, kış mevsiminde 5 Cemaziyelâhır 672 (17 Aralık 1273) pazar günü akşama yakın, güneşin gurubu ile beraber Rabb’ına kavuştu. Bir misafirhaneden başka hiç bir şeyi olmayan dünyadan, vatan-ı aslîsi bulunan cennetteki makamına vâsıl oldu. Cenab-ı Hak aziz ruhuna hudutsuz rahmet eylesin.

Ertesi sabah muazzam bir cemaat toplandı. Çok erken vakit gasledilerek, tabutunu medresenin kapısından dışarı çıkardılar. Cemaatında: Şeyh Sadreddin-i Konevî, Kadı Siraceddin, Melik’ül üdebâ Bedreddin Yahya, Tâbib Kemâleddin, Pervane, Sahib-Ata bulunuyordu. Bilcümle Selçuk emir ve vezirleri, müderrisler, talebe ve müridler, hemen bütün şehir halkı toplanmış insan seli halinde götürüp musalla taşına koydular.

Mevlâna, cenaze namazını Şeyh Sadreddin-i Konevî’nin kıldırmasını vasiyyet eylemişti. Şeyh Sadreddin tabutun önüne gelince, bir istiğrak haliyle kendini kaybetti ve namazını Kadı Siraceddin kıldırdıktan sonra, türbedeki şimdiki yerine, ebedi istirahatgâhına defnettiler.

Allah’ın Rahmeti üstüne olsun.

NÂ’T-I Peygamberi | SENSİN


Ya Habîballah; Tek Halikin Resûl-ü zişanı Sensin. Hazret-i zü-l-celâlin seçilmiş, pâk ve misilsiz kulu SENSİN.

Hazret-i Hak tealânın nazlı Nebisi, kâinatın evveli ve bedr-i münîri, Enbiyanın gözünün nuru, bizim gözümüz ve çerağımız SENSİN.

Cebrail üzengide ( Zat-ı Muhammed’in Burakta olduğu halde ) bir gecede mirac vakti olmuştu; yeşil gök kubbesinin üzerine şeref ve ayağını koyan SENSİN.

Ya Resulallah! Sen bilirsin ki; ümmetlerin âcizdir, günahkârdır. Başsız, ayaksız âcizlerin ön ve önderi, kurtarıcısı SENSİN.

Şems-i Tebrizî, Peygamber-i zişanın nâ’tını, vasfını yüce tutar. Mustafa ve Mücteba; O, efendiler efendisi SENSİN.

Ramazan’ın Ardından

Şehri-i Mübârek’i, bu günlerde büyük bir hüzünle,”Elvedâ yâ Şehr-i Gufrân elvedâ” diyerek uğurluyoruz.

Bu mübârek ayın sonuna erişebildiğimiz için bir taraftan memnunuz, bir taraftan da mahzûnuz.
Bu günleri idrâk edebildiğimizden memnunuz, mes’ûduz, bahtiyarız.

Hüzünlüyüz, kederliyiz, hakîkaten içlerimizde bir boşluk hissediyoruz. Çünkü; büyük denizlere doğru akıp giden ırmaklar misâli, ömrümüzden bir Ramazan ayı daha eksildi. Böyle bir Ramazan ayına bir daha erişip erişemeyeceğimiz bizim meçhûlümüzdür.

İNSANLIK ÂLEMİ NEREYE GİDİYOR ?

”Şüphesiz Hazret-i Muhammed, beşeriyyete çok büyük hizmeti olan ulu bir önderdir. O’na, övünmek için şu kadar yeter ki; O bütün bir milleti gerçek ışığına eriştirdi. Onu huzurlu ve haysiyetli, hayâtı beğenir hâle getirdi. Kan akıtmaktan alakoydu. Ve ona terakkî medeniyyet yolunu açtı. Bunu ancak çok kuvvetli bir şahıs yapabilir. Böyle bir zat, ta’zim ve hürmete lâyıktır.”

  • Tolstoy

”Bizans hıristiyanlarını, içine düştükleri bâtıl îtikatlar girvesinden, ancak Arabistan’ın HİRA dağından yükselen ses kurtarabilmiştir. Fakat hıristiyanlar bu sesi dinleyememişlerdir. Bu ses, insanlara en doğru dîni tâlim ediyordu.”

  • Dr. Moris

”Sana muâsır olamadığımdan dolayı üzgünüm ey Muhammed. Beşeriyyet, senin gibi mümtaz ve kudretli şahsı bir defa görmüş, bundan sonra görmeyecektir. Ben huzûrunda hürmetle eğilirim.

  • Bismark

”Bence, bütün dünyânın idaresi İslâmiyet’in kurucusu Hazret-i Muhammed gibi bir insana verilse, idaresinde çok muvaffak olur ve onu özenen dünyâ ölçüsünde barış ve mutluluğa kavuşturur.”

  • Bernard Show

Ramazan Kelime Anlamları

— R a m a z a n . .
Kelimesinin, Arapça kelime kökü şudur: R a m a z . . Mevsimi gelip de sıcaklık bastırdığı zaman , sıcaklık bu kelime ile anlatılır. Bu tabirin, ramazan ayı için kullanılması da şöyle yorumlandı:
— Oruç tutanlar, açlıktan ve susuzluktan yanıp tutuşurlar; bunun için o aya:
— R a m a z a n . . ismi verilmiştir.
Bir başka yorum da şöyledir:
— O ayda günahlar, yanar tükenir: ramazan ismi bunun için verilmiştir.
Bir başka açıklama da şöyledir:
— Eski lügatlarda anlatıldığına göre, ayların isimleri, ilk rasladıkları mevsimlere göre verilirmiş; bu ay da, sıcak mevsime rasladığı için şu ismi almış:
— R a m a z a n . .
Kur’an’ın gelmeye başlaması ramazan ayı içinde olmuştur; geldiği gece de kadir gecesidir.
Denilmiştir ki:

  • – Kur’an, ramazan ayında toplu olarak, dünya semasına indi; sonra yeri geldikçe de yer yüzüne indi.
    Denilmiştir ki:
  • – Şanını yüceltmek için, ramazan ayında Kur’an gelmiştir.
    Özellikle, onun şanını bildirmek için gelen âyet-i kerime ise, Bakara sûresinin şu 183. âyetidir:
  • <<… size, oruç tutmak farz kılındı…>>

İSTANBUL’DA KILINAN İLK CUM’A NAMAZI

Aziz ve muhterem müslümanlar!

Bugünkü hutbemizde, Müslüman Türk’ün târihine altın yaldızla yazılan iki mühim olaydan bahsedeceğiz. Bu olaydan birincisi ; dünyâ târihinde bir devrin kapanmasına ve bir devrin de açılmasına sebep olan, Müslüman Türk’ün gemilerini karadan yürüterek, sönmeyen Rum ateşini söndüren, dinmek bilmeyen çan seslerini susturan olay ; İstanbul’un fethi olayıdır.

İstanbul’un fethedileceğini İslâm’ın Peygamberi, bu fetihten altı yüz sene önce şöyle haber veriyordu :

“İstanbul elbet fetholunacaktır. Onu fethetmeğe muvakkaf olan hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askeri ne güzel askerdir.”

Bundan (……) yıl önce 29 Mayıs 1453 târihinde Îstanbul’a giren büyük kumandan, genç pâdişah; yıkılmaya yüztutmuş “AYASOFYA” üç gün içinde Cum’a namazına hazırlanmasını emretmişti. Bu emir geceli gündüzlü çalışılarak yerine getirildi. 1453 senesinin 1 Haziran Cum’a günü Ayasofya’da ilk Cum’a namazı kılınıyordu. Bu namazın imam-hatîbi, Konstantin’i Îstanbul yapan FÂTİ̇H SULTAN MEHMED HAN’dı. Kılınan bu Cum’a namazı, Îslâm’ın şahlanışı ve zaferi. Bizans’ın çöküşü ve yok oluşu demekti.

Muhterem Müslümanlar

Hutbemizin başında işâret ettiğimiz iki olaydân birincisi İstanbul’un fethi ve Ayasofya’da bizzat Fâtih Sultan Mehmed tarafından kıldırılan ilk Cum’a namazıdır. Bahsedeceğimiz ikinci olay da, yine Ayasofya ile ilgili olup, yakın târihimizde geçmektedir.

1453’ten 1918 yılına kadar 565 yıl müslümanların hıncahınç dolup taşırdığı Ayasofya, 1918 yılında şöyle bir olaya sahne oluyordu. Hepimizce bilinen Birinci Cihan Harbi. Müslüman Türk’ün aleyhine neticelenmişti. Sözde bir de mütâreke imzalanmıştı. (1) Bu mütârekeden cesâret alan düşmanlar, Anayurdu yer yer işgâl etmeğe başlamışlardı. Altıyüz sene bu fırsatı bekleyen Müslüman Türk’ün düşmanları, olanca kinleriyle hareket ediyorlardı. İçerisinde altı asır namaz kılınan Ayasofya’yı tekrar kilise yapmak, bunların başta gelen emellerindendi. Bu emellerinin tahakkuku için, İstanbul’u işgâl eder etmez, bir grup düşman askeri Ayasofya’ya vazifelendiriliyordu. Ayasofya’ya gelen düşman askerleri, Ayasofya’nın muhafazası ile görevli bir binbaşı ile karşılaşıyorlardı. Bir düşman taburu(2) Ayasofya’nın kapısına bütün teçhizatı ile dayanıyor ve binbaşından Ayasofya’yı kendisine teslim etmesini istiyordu.

Türk kumandanı olan binbaşı onlara;

— Buraya girmeniz imkânsızdır. Çünkü burası benim mukaddes mâbedimdir, diyordu. Düşman kumandan ise binbaşıya ;

— Siz asker değil misiniz? Burayı bize teslim etmeniz için size emir verildi. Bu emri neden dinlemiyorsunuz? demesi üzerine, binbaşı gürleyen bir sesle düşman kumandanına şöyle cevap veriyordu ;

— Evet, ben bir askerim. Bir asker olduğum içindir ki, sizi bu kapıdan içeri sokmayacağım. Ben, aynı zamanda bir Müslüman ve bir Türk’üm. Burası da benim mukaddes mâbedimdir. En büyük âmir olan vicdanımdan aldığım mukaddes bir emirle sizi buraya sokmayacağım. Şâyet zorla girmeye teşebbüs ederseniz, işte size ilk cevabı verecek olan, şu ağır makineli tüfeklerdir. Yalnız bu kadar da değil. Eğer bunlar da maksadı temin etmezse, câmiin dört köşesine kâfi miktarda tahrib kalıbı yerleştirdim, daha fazla ısrar ederseniz bu koca mâbet bu taburun üzerine çökecektir. Ve siz bu mâbede aslâ giremeyeceksiniz. Arzu ederseniz buyrun bir deneyin(2) demiş, cevap almadan câmiye girmişti.

Bu hal karşısında düşman taburu geri çekilmek mecburiyetinde kalmış ve orayı terk etmişti.

Aziz Müslümanlar!

İşte İstanbul bu îmanla alındı. Ayasofya Kilisesi işte bu îmanla câmi oldu. İşte bu îmanla altıyüz sene ibâdet edildi. Ecdâdımız işte bu îmanla Akdeniz’i, Karadeniz’i bir iç deniz haline getirdi. İlimde, fende, teknikte, harbde işte bu îmanla dünyâ milletlerine rehberlik etti. Bugün bizler, sanki o ecdâdın torunları değiliz. Onların bize bıraktığı emânetleri ilerletmek şöyle dursun, bu mukâddes emânetlerin muhafazasına bile gücümüz yetmiyor.

” Milletler dinlerine, târihlerine ve ecdâdına hürmet ettiği müddetçe yaşar. O asîl bağlar koparsa (millet) bozulur(4), sözünün ifade ettiği mânâdan maâlesef uzaklaştık. Hutbemizi sözlerin özü ve en doğrusu Kur’ân-ı Hâkim’in bir Âyet-i Celîlesinin meâliyle bitirelim :

” Eğer Allah Teâlâ size yardım ederse, artık size galip olacak kimse yoktur. Ve eğer sizi hazîmete uğratırsa, artık ondan sonra size yardım edecek kimdir? Ve mü’minler Allah’a tevekkül etsinler.”(5)

  • (1) Mondros Mütarekesi
  • (2) Fransız Taburu
  • (3) İlhan Akçay, Ayasofya Câmii, Hakses Neşriyatından
  • (4) R. E. Koçu
  • (5) Âl-i Îmrân Sûresi, Âyet : 160

MİNBERDEN MÜ’MİNLERE | İSMAİL COŞAR

Peygamber Sevgisi | Fuzûlî

 

 

Suya versün bağbân gülzârı zahmet çekmesün

Bir gül açılmaz yüzün tek verse min gülzâre su


“ Bahçıvan boşuna yorulmasın; gül bahçesini sele versin, mahvetsin.

Çünkü bin gül bahçesini sulasa senin yüzün gibi bir gül açılmaz. “

Fuzûlî, Su Kasidesî, 5

 

 

 

EZAN’I MAKAMLA OKUMAK | MAKAMLAR

Musikinin Ruha etkisi 1000 yıldan beri bilinmekte olup birçok hastalıkların tedavisinde ve özellikle psikolojik rahatsızlıklarda, yakın zamana kadar müzik ve makamlardan yararlanılmıştır. Büyük İslam Alimi Fârâbî’nin tedavi amacıyla geliştirdiği musiki makamları günümüze kadar ulaşmıştır. Yine büyük İslam alimlerinden İbn-i Sina’nın “Şifa” adlı yazmasının 12. bölümü, 24 sayfa; 6 makale halinde musikiyi kapsamaktadır.

İran, Suudi Arabistan ve Mısır’da ezan okunurken sadece hicaz ve rast makamları kullanılmaktadır. Türkiye’de ise ezan 15’e kadar ulaşabilen değişik makamlarda okunabilmektedir.

Türkiye’de okunan ezanların genellikle makamları şunlardır.

Sabah ezanı: Sabá makámında okunur. “Es salátü hayrun mine’n nevm” (Namaz uykudan daha hayırlıdır) kısmında, sabahın diğer ezanlardan farkını vurgulamak için, hüseyni, dilkeşháverán, bestenigár, çagah gibi başka makamlara geçiş yapılabilir. Sonunda yine sabá makamıyla bitirilir.

Öğle ezanı: Rast makamında okunur ama makamın seyir özellikleri dikkate alınarak içine bayati de girer karcihar da. Bazen neva da olur.

İkindi ezanı: Hicaz Makamında okunur. Osmanlı döneminde perşembe günleri Cuma’nın yaklaştığını belirtmek için daha neşeli seslere sahip bir makam olan nihavent ile okunurmuş.

Akşam ezanı: Segah ya da dügah makamında, diğer vakitlere göre daha çabuk okunur.

Yatsı ezanı: Uşşak ve hicaz veya nadiren rast makamları ile okunur.

İç ezan: Bu ezan da cuma namazında ilk sünnet kılınıp hatip hutbe okumak için minbere çıktığında okunur. Öğle ezanı gibi bayáti veya uşşák makamında okunur.

Cenazeler için ve Cuma öncesi okunan salâ ise Hüseynî makamda okunur.

Uzmanlara göre Huşu ile dinlenmesi halinde makamla okunan ezanların faydaları saymakla bitmez.

SABA MAKAMI: Mevlevi tarzı. Şecaat, cesaret, kuvvet, rahatlık ve huzur verir.

Seher vaktinde çok daha etkilidir. Şarkılarda, genel olarak hüznü temsil eder…

Saba makamıyla okunan sabah ezanı, bedenler sımsıcak yataklarda yüce Rabbimizin lütuf ve keremiyle istirahat ederken, yine O’nun cc. emrinin, nağme nağme muhtaç gönüllere akışını sağlar. “Essalat’ü hayr’ün minen nevm” mesajı, işin püf noktasıdır. Yani “namaz uykudan hayırlıdır” uyarısı ile seher vaktinin iç huzurunu, okşarcasına Allaha dostluk köprüsüyle birleştirir. Manevi duyguların püfür püfür estirildiği yüzyıllara şahitlik eder…

RAST MAKAMI: Gündüz ve salı günleri etkisi daha fazladır. Soğuk organlar olan kemik, beyin ve yağlara etkilidir. Fazla uyumayı engeller. Düşük nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hâkim olduğu için, oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyi gelmektedir. Sarı safra bağlantılıdır. Erkek karakter gösterir. Tedavi değeri yüksek olan dört esas makamdan birisidir. Sefa, neşe, iç huzuru ve rahatlık verir. Felç illetine devada yardımcıdır. Başa ve göze etkilidir. Kaslara tesiri vardır. En eski makamlardandır. Farsça “doğru” “dosdoğru” “sağ” ve “gerçek” demektir. Spazmı çözücü özelliği nedeniyle spastik ve otistik hastaların tedavisinde yararlıdır.

HİCAZ MAKAMI: Sıcak özellik gösterir. Yatsıdan sabaha kadar olan zamanda etkisi daha fazladır. Kuru-soğuk nedenli hastalıklar için faydalıdır. Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro-genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi de diğer önemli etki alanıdır. En eski makamlardandır. Adını Hicaz bölgesinden almıştır.

SEGAH MAKAMI: Kuşluktan akşama kadar etkilidir. Hararetten meydana gelen şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur. XIV. Yüzyıldan eskidir.

UŞŞAK MAKAMI: Fecirden-kuşluk vaktine kadar ve günbatımından sonra etkisi fazladır. Beyaz balgam, gece ve dişi bağlantılı olup, perşembe günü özellik gösterir. Kalp, ayak rahatsızlıkları, nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Çocukların bütün organlarını etkileyen kuru ve sıcak yellerde ve büyük erkeklerde görülen ayak ağrılarına faydalıdır. Derin aşk ve mistik duyguların ifade vasıtasıdır. En eski makamlardandır. “Aşıklar” anlamına gelir. Uyku ve istirahat için de faydalıdır, gevşeme hissi verir.

HÜSEYNİ MAKAMI: Sabah ve gün ağarırken etkilidir. Sabah- öğle arası etkisi daha fazladır. Bu nedenle öğleden önce salâ’lar, bu makamda okunur… Cumartesi özel günüdür. Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer, kalp, mide ve ruhların iltihabını söndürür ve yok eder. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Barış duygusu verir. İç organlara etkilidir. Tabiat ile birleştirir. İçindeki, gizli pentatonik yapı sebebiyle, kendine güven ve kararlılık duygusu verir. Bundan dolayı otistik ve spastik hastalara faydalıdır. En eski makamlardan biridir. Anlamı “küçük sevgili” ve “Hüseyin ile ilgili” demektir.

Resim: Müezzinin Çağrısı – Halid Naci (1875-1927)

Mihrabiye

WordPress.com Tarafından Desteklenen Web Sitesi.

Yukarı ↑